Az önce gencecik bir çocuğun cenazesinden geldim. Çocuk diyorum, çünkü bedeni hala çocuk yaşı ise 18. Adı Mazlum Kaynak. Ailesinden üç kişi gerilladaymış. “Liseye kadar adeta hatmeder gibi okuyordu” diyor annesi.
Mazlum için her şey 6-8 Ekim olaylarından sonra değişmiş. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Kobani düştü düşüyor” dedikten sonraki günler, nasıl çözüm sürecini uçurumun kenarına getirmişse aslında Mazlum’un hayatını da uçurumun kenarına getirmiş. Habersizce…
50 kişinin yaşamını yitirdiği o günlerden sonra evlere vakitli vakitsiz baskınlar, gözaltı furyaları, günlerinin çoğunu köyde geçiren aileyi kaygılandırmış.
''Zaman kötü, git İstanbul'a...''
Zira olaylar nedeniyle gözaltına alınma olasılığı olduğunu düşündükleri oğulları Mazlum evde yalnız kalıyormuş. “Zaman kötü, ortam kötü, git İstanbul’a, bir süre ablanda kal, ortalık sakinlerse gelirsin” demişler. O gün ona son defa sarıldıklarını bilmeden göndermişler…
İşte o Mazlum’un, ailesini hayatını korumak istediği, güvende olsun diye gönderdikleri oğullarının önceki akşam İstanbul’dan cenazesi geldi.
Neden mi?
Bulunduğu mekanda “hırsızlık” gerekçesiyle yapılan gözaltılar sırasında gözaltına alındı. İki gün kalacağı nezarethaneye götürüldü. Sonra da katledildi. Naaşındaki izlerden ve ön otopsiden anlıyoruz ki orada fazlaca işkence gördü.
Anlatımlara göre; onunla gözaltına alınanlardan biri, Mazlum’un 6-8 Ekim olayları nedeniyle İstanbul’da olduğunu söyleyince polis onu ayırdı.
Ardından da “bir ifadesi var alınsın.. serbest bırakılır” dediler.
İki kurşun
İstanbul’dan getirdikleri Sakarya’nın Karsu ilçesinde Adliye binasında iki polis kurşunuyla öldürdüler. Polis önce “nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla öldürüldü” dedi. Sonra kurşunlar ellerindeki silaha ait çıkınca “Kaçıyordu vurduk” dediler…
İstanbul'da yapılan otopsiye göre ise; Kaynak'ın cenazesinde, vücudunun ön kısmından sol göğüs ve sağ ayak olmak üzere iki kurşun, vücudunun göğüs hizasında yanıklar, kafasının ve yüzünün çeşitli yerlerinden de darp olduğu görüldü.
Kaçanın önden hem de tam kalbinden vurulması imkansızdı. Olan şuydu: Polis son bir ayda yoğunlaşan yargısız infazına bir yenisini daha eklemişti!
Amcası da...
Ne trajiktir ki, Mazlum aslında hiç tanımadığı amcasıyla aynı kaderi yaşamıştı.
Çünkü amcası Mehmet Kaynak da 1993’de Diyarbakır Seyrantepe de yargısız infaz sonucu katledilmişti. Amcasının katilleri hiçbir zaman yargılanmadı. Mazlum’u vuran polislerin yargılanması ve adaletin yerini bulması ihtimali de oldukça zayıf görünüyor.
Kötü olan ve herkesi Mazlum’un katili yapan şey ise şu: Türkiye faili meçhul ve yargısız infaz gerçeğiyle yüzleşmiş olsaydı, bunu başarsaydık Mazlum bugün yaşıyor olacaktı.
Yalnız Mazlum mu? Salt son bir ayda Kürdistan da onlarca insan yargısız infaz edildi. Ama daha önce ‘90’lara lanet okuyan okumayan hiç kimseden “tık” yok. Sadece son bir haftadaki birkaç yargısız infaza bakmak bile günahın büyüklüğünü gösterir.
Fahrettin Budak da Bağlar'da
Mazlum’la nerede ise aynı gün polis, Diyarbakır Bağlar’da 40 yaşındaki Fahrettin Budak’ı evinin önünde vurdu. Vurulduğunda yaralı olan Fahrettin’in başında polis tam 25 dakika bekledi. Neyi mi? Ölmesini!
Polis’in ölmesini bunca istediği Fahrettin oldukça yoksul bir hamaldı. Tüm varı-yoğu hamallıkta kullandığı bir çekçek aracıydı. Her akşam evine geldiğinden aracın tekerini söker ,"çalınırsa yenisini alamam” derdi.
Ne yazık ki Fahrettin canını 'tekeri' gibi kollayamadı… Bilemedi devletin polisinin bir akşam evinin önünde hem de bile isteye, hunharca canını alacağını. Fahrettin Budak'dan geriye üç küçük çocuk ve yaşamını nasıl sürdüreceğini bilmeyen sağır ve dilsiz bir eş kaldı.
Diyadin
Polisin gerçekleştirdiği bir diğer yargısız infaz haberi de Mazlum ve Fahrettin’den bir-iki gün önce Diyadin’den geldi. Orhan Aslan ve Muhammed Aydemir bir mahalle fırınında çalışıyordu. Orhan 16, Muhammet ise henüz 15’ine girmişti. Hani daha bıyıkları bile terlememişti.
Diyadin’de çıkan çatışma sırasında korkup, korunmak için girdikleri fırının odunluğunda polisler tarafından kurşuna dizilerek katledildiler. Yanlarına silah bırakıp, üstlerine gerilla kıyafeti giydirmeyi de ihmal etmediler.
Vali ardından bas bas bağırdı; “çatışmada üç terörist ölü ele geçirildi!”
Valinin terörist dediği bu ana kuzuları 10 liraya çalışan “gariban fakir” aile çocuklarından başkası değildi…
Vicdanlarımızı ayaklandırmadığımız...
Ağır mu geldi bu öyküler?
Ama buralarda devlet öldürüyor ve öldürmeye devam edeceğe benziyor. Zira şu satırları yazdığım sırada askeri sevkiyatın yaşandığı Varto sivil bir katliam riskine gebe idi.
Ses çıkarmadığımız sürece, vicdanlarımızı ayaklandırmadığımız sürece bu yoksul halkın çocukları öldürülmeye devam edecek!
Hem de böyle kolayca, insafsızca, yalan dolanla…
Şimdi “Kürt çocuklarını bu kadar kolay öldüremezsiniz!” diyebilecek misiniz? Yoksa 90’larda görmemeyi tercih ettiğiniz gibi bugünü de mi görmeyeceksiniz? (YG/BA)